Her şeyden önce bu yazı serisine başlamadan önce şunu izah etmeme müsaade edin lütfen.
Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sayısını bilemeyeceğimiz kadar futbolu bilen, bildiğini iddia eden, bu konuda çok bilgisi ve birikimi olan veya olamayan ancak her fırsatta fikirlerini ifade edip paylaşmaya çalışan, aktif ya da sessiz, kendi köşesine çekilip her şeyi objektif olarak görmeye çalışan, futbol oynamış ya da sadece bir taraftar olarak katılım sağlamış herkesin, Arjantin’in Dünya Şampiyonu kadrosunun göz bebeklerinden olan Ossie Ardilles’in iki kelimeyle çok yerinde olarak “Harika Oyun” diyerek nitelediği bu küresel odak noktasının nasıl bugünkü kadar popüler, heyecan verici ve muhteşem görüntüsü bizleri şaşırtmıyorsa da, bugüne kadar kimlerin, bizleri böylesine çekici bir büyünün içine ittiğini görmemizin zamanı geldi diyorum.
Belki de bir daha yaşamayacak böyle ilgi çekici karakterlerin küçük bir analizini yapabilmek, bu güzel oyuna neler katmış ve bazılarının da hala katmakta olduğu ilave değerleri keşfedip, anlayıp, hissetmeden, bugünkü küresel oyunu da anlamamız zor olacaktır.
Bu değerlerden ilki: gençliğimde karşılaştığım, sadece tüm şehrin değil şahsen benim için de çok değerli bir Futbol efsanesiydi…
Öylesine ki hakkında konuşurken herkesin ortak bir tanımda birleştiği O`nun “İngiltere Milli takımının başına geçirilmemiş Britanya’nın En iyi Teknik Adamı” ünvanıydı ve hala da o şehirde hayattayken ki ünvanı “Yaşayan Efsane” idi.
Bugün şehrin ortasına dikilmiş bronz heykeli, İngiltere’nin Orta Topraklar bölgesinin küçücük bir şehrinin nasıl Dünya haritasında sadece bir nokta gibi görünen nüfusu o zamanlar 250 bini geçmeyen bu küçük taşra kentinin onunla ölümsüzleştiğini anlatması açısından çok önemlidir.
İşte futbolun gerçek kuvveti de burada zaten. Bir başka efsane Bill Shankly`nin ki Liverpool`u 3 ligden alıp bir Dünya markası haline getirmiş bir müstesna karakter de oydu dediği şu sözleri hiç unutmamak gerekir “Futbol bir ölüm, kalım mücadelesi değildir. Ondan daha da önemlidir!”
Brian Clough…
İngiltere’nin işçi sınıflarının çoğunlukta yaşadığı Middlesborough’da 1935 yılında doğmuştu.
Akademik olarak pek başarılı değildi o yüzden okulu kısa kesip çalışma hayatına başladı. Sonra Kraliyet Hava Kuvvetlerinde askerliğini yaptı. Hayatının en büyük zevki Kriket oynamaktı ancak futbolda da çok iyi bir santrafor olarak oynuyor ve kısa sürede tanınır hale gelip, önce 1955 yılında Middlesborough’da 213 maçta 197 gol atarak (bu rekor hala geçerli!) sonra da Sunderland kulüplerinde profesyonel futbol hayatına devam ederken 1964 yılında geçirdiği bir sakatlık yüzünden futbola veda etmek zorunda kaldı.
Bu onun için bir anda hayatının en büyük hem sosyal, hem de finansal şoku olduysa da daha sonra kendisini önce Hartlepool da, daha sonra da Derby County ve Nottingham Forest kulüplerinde başarılı kılıyordu.
Başarısının sırrı neydi?
Bizim de esasında konumuz bu. Acaba Bay Clough`dan ilave olarak ne öğrenebiliriz…
BC (Brian Clough) her zaman futbolun nasıl oynanması gerektiğini biliyordu; çim sahada, yerden “Allah futbolu havadan oynamamızı isteseydi bize kanatlar takardı” en çok tekrarlanan anekdotlarından biridir, kusursuz pas verip-alarak ve aklın ayaklara hükmüyle oynanır diyordu.
Takıma yeni oyuncuları tanıtmak, bu konuda ki üstün yeteneğiyle bilinen yardımcısı Peter Taylor’ın işi olmakla beraber, bu futbolcuları o günün mali koşullarının bile altındaki seviyelerde takıma getirerek hepsine verdiği; ”Sizi hem İngiltere, hem de Avrupa Şampiyonu yapacağım bize katılın” felsefesine inandırıp, gerçekten de istediği her başarıya onlarla erişmişti.
Nottingham Forest’in 1978/79 senelerinde Avrupa kupasını iki sene arka arkaya kazanması rekoru da başka hiçbir takım tarafından muazzam şekilde bütçeler harcanmasına rağmen, hala kırılmış da değil.
BC’nin futbolla alakalı öbür felsefelerine gelince…
İstediği futbolcuyu transfer etmek için, futbolcunun evine gidip orada yatması, sabah tüm aileye kahvaltı hazırlayıp, Forest’e hiç gelmek istemeyen o futbolcuya imzayı attırması…
Newcastle`ı kendi sahasında 3-0 yendikleri maçtan sonra çoğu zaman yaptığı gibi, futbolcuların ayakkabılarını çıkarması…
Bazı futbolculara boş kontratlara imza attırıp, istenilen paralarını kuruşu kuruşuna ödemesi…
Forest’in ilk şampiyonluğunda 42 maç yenilmeden ingiliz ligini tamamlaması…
Önemli bir maçı 2-0 kaybettikten sonra, soyunma odası kapısından kısa bir müddet için kafasını içeri uzatıp “Kusura bakmayın çocuklar, yanlış takımı seçmişim “demesi…
Avrupa kupası finalinde, takımın en formda ancak hafif sakatlığı olduğunu bildiği Martin O`Neill`e, ki, kendisi de seneler sonra çok başarılı bir teknik adam olmuştu, “Nasılsın, oynayabilecek misin?” sorusuna aldığı “Tabi ki Patron, yüzde yüz!!!” cevabına rağmen ona dönüp, “Oynamıyorsun, sakatsın!” diyerek, yine de Avrupa kupasını kazanması…
Kendisine “Sizce en iyi futbolcu nasıl olmalıdır?” diye soran bir gazeteciye futbol felsefesini çok kısa bir şekilde şöyle özetlemesi; “İyi ve çabuk pas verebilip, alabilen, arada bir de gol atabilen birisi !”.
Kendi sahalarında oynanmakta olan bir maç esnasında takımın aleyhine verilen bir karar sonucunda hakeme sözlü tacizde bulunan kendi taraflarına, kulübeden çıkıp çıkıp yumruğunu sallayıp tüm taraftarı anında susturması…
Kendi öz oğlu Nigel Clough`a, takımın ve ligin en başarılı santraforlarından biri olmasına rağmen, öbür futbolculardan daha az para vermesi ve bir başka zaman da Nigel`i kullanarak maaş artışı istemeye gelen takım arkadaşlarını da tümüyle ofisinden kovması…
Tabi ki böylesine ilgi çekici bir Futbol Görüşünün kendi hakkında, biraz da şaka ile karışık yorumları da yok değil. Mesela aşağıdaki söylemler artık halkın kültürünün de bir parçası olmuş durumda.
Futbolu uzun toplarla ve yüksekten oynamaya karşı felsefesi; “Eğer bu oyun bulutlarda oynanacak olsa, Allah oraya çim ekerdi!”
“Sizlere maç kaybettiren, taktikler değil, futbolculardır. Taktikler hakkında o kadar çok şey o kadar kişi tarafından söyleniyor ki, bu insanlar değil futbol, domino bile oynayamazlar”
“Futbolcularımla 20 dakika konuşuruz, sonunda benim kararlarımın doğru olduğunu anlarlar.”
“Kağıtta çok güzel bir takım vardı..Ama maalesef futbol çimde oynanıyor.”
Yeni takım yaratmaktaki felsefesi; “Roma bir günde inşa edilmemiş..ama o işte çalışan ben değildim!”
Futbol diplomaları hakkındaki görüşü; “Gel benim diplomalarımı gör; 2 Avrupa Şampiyonlar Ligi Kupası, bir sürü de ligde kazandığım kupalar!”
Beckham`in en gözde olduğu zamanlardaki yorumu;”Beckham mı? Karısı şarkı söyleyemiyor, berberi de saç kesmesini bilmiyor!”
Kendine güveni hakkında “Yanına gittiğim zaman Tanrı favori koltuğunu bana bırakacak!”
En etkin takım konuşmasını nasıl yaptığı hakkında ”Her maçımızdan on dakika önce futbolcularıma şunu söylerim; bu maçtan 3 puan almak için Babaannemi bile vururum…Onlar kazanmak için her şeyi yapmanın ne kadar gerekli olduğunu her seferinde bilirler. O yüzden Babaannem kedimden çok hayata sahip oldu!”
Gol atmanın ne kadar zor olduğunu iddia edenlere “Gol atmak bir saniye sürer”
İste, bu güzel oyunu bugünlere taşıyan gerçek futbol adamlarından biri büyük taklidi olmayan Brian Clough.
Umarım bizlerin düşünce şekline de ve hayatımıza değerli katkıları olur.
Ben kesinlikle Nottingham’da yaşadığım 12 sene içinde bu değerli adamı tanımak, futbola hem oyuncu hem de koç olarak katılmış olmaktan büyük haz duymuştum.
Bunları okuduktan sonra belki sizler de dudaklarınızda bir tebessümle bu essiz futbol dehasını hem tekniker hem de büyük bir hayat filozofu olarak hatırlarsınız.
Kalın sağlıcakla ve huzurla.