Özellikle alt yaş kategorilerinde ilimizde oynanan futbol maçlarını takip edenler iyi bilir. Bir tarafta şampiyonluğa oynayan, imkanları ve oyuncu kalitesi diğer takımlara göre daha üst seviyede olan takımlar, diğer tarafta ise hem madde olarak hem de yetenek havuzu olarak daha kısıtlı takımlar.
Bu iki zıt takım birbirleriyle karşılaştıklarında maçın nasıl biteceğini az çok tahmin edebiliriz. Sadece skor farkının kaç olacağı meçhuldür.
Size bugün sahadan farklı galip ayrılan ya da neredeyse her sene kupa kaldıran, şampiyonluk pozları vermekte ustalaşmış takımları yazmayacağım. Bugün o kupanın hayalini bile kuramasa da; Zonguldak’ın yağmurunda, çamurunda, ayazında o formayı terletmekten vazgeçmeyen o mücadeleci gençlerden bahsedeceğim.
Tribünden, alt yaş kategorilerinden bir maçın çekimi yaptığımda gözüm skor tabelasından çok, farklı mağlup durumda olan oyunculara takıldı. Fark açılmış, maç kopmuş, hava buz gibi… Mantık ‘Bırak artık’ diyor, vücut ‘yoruldum’ diyor. Ama onlar koşmaya devam ediyor. Peki ama neden?
Bugün ekranları açtığınızda futbolun sadece paradan ve kupalardan ibaret olduğunu sanabilirsiniz. ‘Kazanamıyorsan yoksun’ ya da ‘Tarih ikincileri hatırlamaz’ derler. Ama bizim amatör mücadelelerde işler öyle yürümüyor.
O farklı yenilen takımın oyuncularına bakın. Ceplerine gören bir para yok, sonunda alacakları büyük bir ödül yok. Onları sahada tutan tek bir şey var: İçlerindeki futbol ateşi! Topa dokunmanın, o sahaya basmanın vermiş olduğu mutluluk. İşte gerçek ruh budur. Karşılıksız sevmektir.
Bir düşünün. Alt yaş gruplarındaki çocuklar belki de ertesi sabah okula gidecek, sıralarda dirsek çürütecekler. Ya da daha üst kategoridekiler ertesi sabah işe gidecek, belki madene inecek, belki sanayiye gidecekler. Hafta sonu dinlenmek yerine, gidip yağmurda sırılsıklam oluyorlar. Rakip güçlü, kaybedeceği belli. Buna rağmen yine de o kramponları bağlayıp sahaya çıkıyor.
Bu, basit bir inatçılık değildir. Bu, hayata karşı bir duruştur. Sahadan 10-0 mağlup ayrılırken bile arkadaşının omzuna dokunup ‘ Olsun haftaya daha iyi olacağız ‘ diyebilen bir genç, aslında hayatın zorluklarına karşı antrenman yapıyordur. Yenilmekten korkmamayı, düşünce tekrar ayağa kalkmayı öğreniyordur.
Biz genelde kazananı alkışlarız; Ama asıl saygıyı hak edenler, kaybetme ihtimali yüzde yüz olsa da, takım arkadaşlarının emeğine saygısından maçı, sonuç ne olursa olsun mücadeleyi bırakmayanladır. İşte bu bir karakter meselesidir.
Sahalarda farklı mağlup olan bir takım gördüğünüzde onlara acıyarak bakmayın. Aksine, o çocuklara imrenerek bakın. Çünkü tabela sadece skoru yazar, o gençlerin içindeki bitmek bilmeyen mücadelelerini, azimlerini yazmaz.
Onlar, kaybetmeyi göze alarak, aslında en büyük zaferi kendi içlerinde kazanıyorlar. Kısacası ‘Kaybetse de kazanıyorlar.’
Önemli olanın kazanmakdan çok, kazanmak için mücadele etmek ve bundan keyif almak olduğunu bir kez daha hatırlattın bize. Teşekkürler Erdal Kardeşim.
Keliminize sağlık hocam ama su noktada dusuncelerimiz ayriliyor…
Sürekli fark yiyen veya yenilceğini bilen takimin futbolculari imkanlari ve kendilerini gelistirdikleri takdirde ilk yapacaklari is kendi takimlarindan daha iyi standartlari olan takima gecmek…
Yani suanki alt yapidaki cogu gencimize soralim %95 Para kazanip yuksek yerlere gelme amaci takim vs hikaye kaliyor artik…