1984 yazında Zonguldak’ın ara mahallelerinden birinde dünyaya gözlerimi açtım. Yani tam da büyülü yılların – doksanların- kalbinde büyüdüm. İlk plastik topuma kavuştuğumda duyduğum mutluluk ve heyecan tarif edilemezdi. Bizim için futbol pahalı kramponlar, parlak formalar ya da sosyal medya paylaşımları yapmak değildi. Ara sokaklarda attığımız jeneriklik goller sadece aramızda kalırdı.
Bizim için futbol iki taş arasına atılan goldü, her ne sebepten top patlasa da ayakkabı bağcığı ile dikip maça kaldığımız yerden devam etmekti. Mahalledeki yolumuz yokuştu ve yamuk parkelerde top oynardık. Tam topa vuracağımız anda top seker ayağımız boşa giderdi. Bizde top-kale seçimi yapılırken avantaj rüzgara göre değil ikinci yarıda yokuş aşağı atak yapmaya göre belirlenirdi.
Bizim dönemin çocuklarında dizlerde tüy bitmez; Çünkü o bölgede kan eksik olmadığından tüy bitmeye vakit olmazdı. Acısı ise hiç hissedilmezdi. Çünkü biz “Para” için değil “Futbol Aşkı” için oynardık. O topun peşinden koşarken hissettiğimiz saf tutku bugün milyon dolarlık stadyumlarda bile zor bulunan bir hazineydi.
Mahalle maçları bizim Şampiyonlar Ligi’mizdi. Aşağı Mahalle-Yukarı Mahalle. Kurallar ise basitti : Üç korner bir penaltı ya da atan kazanır ve tabi olmazsa olmaz “Atan Alır”.
Evet tartışırdık, kızardık; ama maç bittiğinde annemin mutfaktan uzattığı su bardağı için sıraya giren yine biz olurduk. Adı konmamış bir centilmenlik anlaşmamız vardı. Bizde amaç kazanmaktan önce, birlikte oynamaktı.
Şimdi günümüze bakıyorum da bırakın mahalle maçlarını , sokaklarda top oynayan çocuklar bile nadir. Dışarıdaki gerçek spor ruhu yerine evde online yaşama bırakmış durumda. Hiç mi yok futbol oynayan çocuklar? Tabi ki de var. Futbol okulları mevcut. Yeteneğin yoksa sorun değil sen paradan haber ver. Çocuklar artık mahallelerde terlemek yerine Futbol okullarında ” Yetenek Avcılar’ına ” gösteri yapıyor. Oynanan oyunun keyfinden çok, atılacak imzanın, kazanılacak paranın hayali kuruluyor. Futbol aşkının yerine hırs, centilmenliğin yerini ise ne pahası olursa olsun kazanma güdüsü almış.
Beni yanlış anlamayın. Kesinlikle gelişime, daha iyi şartlara karşı değilim. Elbette sporcular daha iyi imkanlara layık. Benim özlemim o imkanların içinde kaybolan amatör ruha.
İşte tam da bu yüzden maç çekimlerim yaptığım o sahalarda eski o amatör heyecanı arıyorum. Yağmurun altında oynanan maçlardaki çocukların azimleri beni bir nebze olsun o yıllara götürüyor. Yağmurda çekim yapmaktan bu yüzden hiç gocunmuyorum aksine daha da mutlu oluyorum.
Bu ilk yazım bir nostaljik sitem değil tam tersi bir sevgi çağrısıdır. Gelin çocuklarımıza önce bunu aşılayalım. Onlara en pahalı kramponları almaktan çok, futbolun sadece ayakla değil yürekle de oynandığını hatırlatalım.
Tekrardan görüşmek üzere…
Teşekkürler Erdal Kardeşim bizi çocukluğumuza götürdün.Ne kadar güzel ifade etmişsin önemli olanın dostluk, arkadaşlık olduğunu.
Okurken gerçekten çocukluğuma bir yolculuk yaptım.
Gerçekten okurken bizi o yillara getiren bir yazi olmus ve o zamandan bu zaman neleri kaybettiğimizi de gormus olduk…
Kaleminize saglik basarilariniz daim olsun 👏